30 Mart 2009 Pazartesi

kelimelerin kifayetsiz kalması üzerine..

30 Mart 2009 Pazartesi
Bazı anlar vardır ki; insanın içinden hiçbir şey yapmak gelmez, ne tek bir kelime eder ne de herhangi bir eylemde bulunur. Eylemden kasıt akla gelen her şey olabilir. Misal; yemek yemez, sokağa çıkmaz vs. Amiyane tabirle mal gibi oturur kalır olduğu yerde. İşte böyle zamanlar için de ideal bir söz sanırım; Orhan Veli'nin "kelimelerin kiyafetsiz olması" üzerinde söyledikleri..

Size de oluyor mu bilmiyorum ama son zamanlarda benim sıkça başıma geliyor.. Yürümek, uyumak, konuşmak, gülmek, ağlamak vs. hiçbir şey yapasım gelmiyor.. Ben de bir yolunu bulup kendimi müziğin narin kollarına bırakıyorum..

Bu gibi modlar için saçma bir şekilde insanlar inadına "damar" müziğe koşar.. Ben de aynı şeyi yapıyorum.. Aslında damar da çok göreceli bir tanımlama.. Bana göre damar; ağır, yavaş ve hüzünlü şarkılarken bazılarına göreyse; ağır arabesk ve genel anlamda çoğumuzun dinlemediği şarkılar olarak tanımlanabilir..

Son zamanlarda sürekli aynı şarkıları dinlemek konusunda da kendi kendime bir söz vermişim sanki.. İşte benim son zamanlardaki vazgeçemediklerim :
Gripin - 3, 4, Sustukların Büyür İçinde; Vega - Elimde Değil, Ankara; Tan - Doğum Günü, Rica Ederim, Teoman - İstanbul'da Sonbahar, Rapsodi İstanbul, En Güzel Hikayem, Bugün; Yüksek Sadakat - Aklımın İplerini Saldım, Aşk Durdukça ve Döneceksin Diye Söz Ver.
Görüldüğü gibi son derece ağır şarkılar. Bunların dinlediğim için pişman mıyım diye soracak olursak cevabım kesinlikle hayır olacak.. Gayet severek dinliyorum ve son derece de iyi geliyor..

Evet bugünlerde kelimeler kifayetsiz ve ben;
bilmezdim şarkıların bu kadar güzel
ve kelimelerin kifayetsiz olduğunu
bu derde düşmeden önce..

18 Mart 2009 Çarşamba

Bitmeyen Geyikler

18 Mart 2009 Çarşamba

No Woman No Cry:
-Oglum adam isi cozmus lan,baksana kadin yok aglamak yok diyor.
-lan oyle degil o.Hayir kadinim,hayir aglama diyor.Senin sandigin gibi degil yani.
-Hadi ya,vay anasini demek dogrusu oyleymis...

Eveet tum zamanlarin bir numarali geyiklerinden biridir.Bob Marley'in bu guzide eseri bu tarz bir geyige sebep olacak bicimde bir isme sahip.Siz kac defa bu konuyu tartistiniz bilmiyorum ama ben bi cok kez anlattim boyle oldugunu aslen.Yok cidden bilmiyorlardi..

Marilyn Manson kaburgalarini aldirmis: Off,bu muthis bir geyiktir.Lise zamanlarinda ergenler metal adi verilen hard core muziklere merak salar.Iste o yillarda da bu tarzla ilgilenen ve uclarda gezinen insanlarla hasir nesir olunur.Bu da o senelerde duydugum ve ilk anda inandigim geyiktir bu.Dogrulugu yoktur tabi ki de.

Bruce Lee mi dover Mike Tyson mu?: Bu geyigi etrafta fazla duymamis olabilirsiniz ama ben yasadigim mahallede siklikla bu geyige denk geldim.Koca koca adamlar oturmus ciddi ciddi tartisiyorlardi.Biri diyor "bi yumruk atsa Mike indirir onu",oteki diyor "hadi lenn o vurana kadar Bruce ona 8-10 defa vurur alirasagi"...Sahi ya, kim dover sizce?

1 kilo demir mi agirdir,1 kilo pamuk mu?: Cocuk kafasinin basmadigi bir vakitte ortamda cok afedersiniz dasak oglani olma ihtimalinizi tavan yaptiran bir soruydu bu.Kucukken kafa yorup uzun uzadiya dusundugumuzu hatirlarim.Sonuca da varmistik.Demir daha agirdir!!!

Anneni mi daha cok seviyorsun babanı mı?:
Ebeni diyerek cevaplandirilabilen bi soru.Genelde akrabalardan biri tarafindan yoneltilir.

17 Mart 2009 Salı

balon.

17 Mart 2009 Salı
Aslında masumca başlar herkesin hikayesi; ve sonu bilince ne kadar ironik gelir insana yaşam. Küçükken rüzgara kaptırdığın balondur ilk günahın. Bilmeden istemeden işlersin suçu. Bir anlık yapılan bir şey, veyahut yapılmayan. O an bilmesen de, tekrar tekrar yaşacaksın bunu, o sevdiğin balonlar sen farkında olmadan göğün mavisinde yitip gidecek. İşin kötüsü anlatamazsın da derdini, olan olmuş yumurta düşüp kırılmıştır çoktan. Ve suçlu sensin.

Hatalarına bulanmış koşuşturuyorsun ortalıkta. Annen sesleniyor uzaktan yüzündeki kiri silmek için. Uzun süre hep o vardı yanında şefkatiyle. Neyse ki sonra 'sevgili' geldi devraldı bu işi. "Onlar da olmasa ne yapardın..." diyecektim ama bak gördün mü, yalnız kalmışsın yine. Bilmeden, istemeden yaptıklarını temizleyeceksin diye eline yüzüne bulaştırdın hep. Kirden o güzel gözlerin görünmüyor.

Biliyorum tecrübesizdin, biliyorum yanında olmadı insanlar ihtiyacın olduğunda. Seni kim suçlayabilir? 
[yalnızca sen.

Ve şimdi, kendi yarattığın dünyanın dip köşesinde oturmuş ağlıyorsun,
[aklında o ilk kez tuttuğun sıcak ve güvercin tedirginliğindeki ellerin özlemi.





İlk postuyla karşınızda Talemon ben, selamlarımı sunuyor, önünüzde saygıyla eğiliyorum efendim.

15 Mart 2009 Pazar

Aslında Her Şey Ortadadır!

15 Mart 2009 Pazar

Aslında her şey ortadadır ve susmak hep daha kolaydır!

Yollar hep çıkmaza bağlanır ve bir türlü gidemezsin!
Unutma ki, nereye gidersen git, her zaman kalbinin
bir yerinde var olacağım! Asla kaçamıyoruz birbirimizden,
çünkü çok sağlam bağlar kurduk aramızda.

Aslında her şey ortadadır ve susmak hep daha kolaydır!

Şehrin Duası


Elimdeki legolarla en çok bir ev yapmayı severdim çocukken. Bahçesine ağaç olan kendi halinde bir ev. Sonra başka arkadaşlarımla yaptığımız evleri bir araya getirip bir şehir kurardık. Herkesin birbirini tanıdığı, küçük, sıcak ama betondan bir şehir. Hiçbir özelliği yoktu. Ne göz alıcı bir parlaklığı, ne de içimizi ferahlatan bir havası. Ama bizimdi şehir. Küçüktü, gösterişsizdi, ama bizimdi.
Yıllar sonra böyle bir şehrim oldu benim, Ankara. Küçük, gösterişsiz ama sıcak. İç acıtan soğuğuna rağmen sıcak. Bir çocuk oyunu gibi bir şehir. Uyuma, uyanma zamanı belli olmayan, hem çok şey veren, hem çok şey götüren bir çocuk.
Ve bir pazar günü, mart şakasıyla sardı beni. Uyku girmeyen yorgun gözleri güldürmek ister gibi, ayrılığın, sarmaşanın, saçmalıkların karşısında dinginliğini korumak ister gibi, kar diye fısıldadı kulağıma.
Ankara'da kar...
Ne çok bahsedilirdi ondan. Ne çok sevilir, ne çok unuttururdu acıları. Bir kenar süsü gibi yerleşirdi insanların hayatlarına. Belki de en güzel süs olurdu sıradanlaşmış hayatlarda. Hep bir tren garında yaşanırken ayrılıklar İstanbul'unki gibi güzü olmadı Ankara'nın. Hep bir kış kıyamet, hep bir soğuk.
Yine de düşerken taneleri karın, çocuk olur bu şehirdeki her insan. Başını yukarı kaldırıp, ağzını açıp kar tanelerini yakalamaya çalışırlar.
Ve hep mutlu olsun diye insanları içten içe dua eder bu şehir bir kez daha sarsın diye tüm bedenini bu beyazlık...

11 Mart 2009 Çarşamba

Bir Cum'a Gunu Arkeoloji Muzesi

11 Mart 2009 Çarşamba

Gecen gun Arkeoloji Muzesi'ne gittik.Iceride eserleri gezerken yabancı turistlerin coklugunu gorunce utandım kendimden.Oyle ya bu yasıma gelmisim,dunyanın sayılı muzelerinden birini,ustelik yasadıgım sehirde olmasına ragmen ilk defa geziyorum.Neyse iste bu acligimizi bir hayli fazlasıyla giderdik.4 saat yetmedi.Zaten o muze en az bi 6 saati hak ediyor.Cok ciddiyim.Fotograf cekmek de yasak degildik.Herseyi cektik nihayetinde.Fotografını ekledigim İskender'in Bası en nadide eser.Daha bunun gibi yuzlercesi var.Hatta ne yuzlercesi,binlerce.Marmaray sagolsun bu rakam giderek artıyor.

Gezinirken dikkatimi cekti;ziyaretcilerin neredeyse yuzde 70ı turist.Pek muze sevmedigimizi biliyordum ama bu kadar heybetli bir muzeye bu denli az katılımın olacagını dusunmemistim.Hos demezler mi adama sen bu yasına geldin de kac defa gittin diye.Neyse sustum.
Bir baska dikkatimi ceken husus da ziyaretcilerin egilimiyle ilgili.Avrupa insanı eserlere gereken onemi verip hepsiyle ilgileniyor,bilgileri okuyor ediyor.Buna tamam.Ama şu cekik gozluler yok mu,deli ettiler beni.Adamlar sanki muzeye yuruyuse gelmisler.Orada 2500 yıllık bir heykel duruyor,allahın cekik gozlusu -Koreli,japon,hong-konglu,çinli ya da vietkonglu olabilir bu- buna 2 saniye ayırıyor.O da yanından gecerken toplam sure.Yavas yuruyorlar ya o bakımdan.

İlgilerini cekmiyor olabilir ama aynı cekik gozlulerin Topkapı Sarayı kutsal emanet odasını da aynı hızla tavaf ettiklerine sahit olundu.Daha fazla gozlem lazım tabi bu sosyolojik tespit icin ama simdilik gozlemledigim bu.En ilginc diyalog da gunun sonunda Topkapı Sarayı'nda guvenlik gorevlisi olarak calısan akrabamla aramda yasandı."Ya Ali abi ne guzel eserlerdi be alıp eve goturmek istedim suraya koyarım sahane olmaz mı ya" seklindeki lafıma cevap aynen boyle geldi:"naapcan lan onu evde ne ozelligi var"..."eyvallah abi"...Neyse efendim anne ben muzeye gittim diyor,bi kac fotograf ekleyip huzurlarınızan ayrılıyorum.Ekledigim fotograflar en nadide eserler olduklarını dusundugum,İskender'in Başı,Kadeş Antlasması ve İskender Lahti..

5 Mart 2009 Perşembe

Kitap Oku(ma)mak

5 Mart 2009 Perşembe

Sultanahmet Camii'sinin avlusundayiz. Gunlerden Cuma. Kosede duran kisi, etraftaki insan kalabaligini hice sayarak dalmis oldugu kitabi adeta yasiyor. Kendisi fotografini cektigim ve avluda gezindigim 15 dakika boyunca surekli kitap okur bir vaziyette koseyi isgal etti. Hangi ulkeden oldugunu tahmin etmesi guc, ama tahmin etmesi kolay olan bir sey hangi ulkeden olamayacagi. Mesela insanlarinin yuzde 70 inin hayati boyunca hic kitap okumadigi bir ulkenin vatandasi degil kendisi.Zor bi soru degil o yuzden odul vaat etmeyecegim. Bilin bakalim vatandasi olmadigi bu guzel ulke hangisi?

4 Mart 2009 Çarşamba

Kürkçü Dükkanı

4 Mart 2009 Çarşamba
Bir gün arkadaşlarla oturmuş havadan sudan konuşulmakta. Konu dönüp dolaşıp aynı yere geliyor. Artık sıkılıp değiştirin konuyu desem de nafile. Bir kişi aşka dem vurdu mu dönülen yer yine kürkçü dükkanı.
Herkesi acısı, aldatılmışlığı, ayrılıkları var. Herkes birilerinden yakınmakta. Siz erkekler, siz kızlarla başlayan cümlelerin bile sonu aynı. Hepini aynıyız aslında bize göre.
Ama herkes kendine farklı. Ve her yeni gelişlerde bu defa farklı havaları.
Gözyaşları süzülüyor birden birinin
gözlerinden. Yalnızlığını kanıksamış biri boşuna diyor. Yeni aşık anlam vermezken bu duruma, herkesin bilinç altı aynı cümleyi fısıldıyor kulağına; her aşk biter.
Her aşk bitermiş bir gün bildim....
Bir şeye büyük bir tutkuyla bağlanmak her zaman hüsran getiriyor insana. İşini seven işini, kazancı seven parasını kaybediyor. Bir insanı sevense defalarca yalnızlığını kazanıyor.
Benim bir için şehirle başlamıştı aşk. Sokakları, kaldırımları, yağmuru, karı, puslu havası. Herşeyine aşık oldum. Sonra kendi isteğimle terk edildi şehir. Yani ayrılık yine galip geldi.
Öğrendim ki her aşk bitermiş. Ya da bitmeliymiş. Herşey unutulurmuş ki yenisi başlasın. Herkes unuturmuş ki yaşayabilsin. Herkes öğrenirm
iş ki acılar geçer, geçmeli.
Ama yine de dönülen yer kürkçü dükkanı. Tilkilikten eser olmayan insanlar kendilerini burda buluyor gözlerini her kapadıklarında. Ne zaman aşka dem vurulsa, ne zaman güneş yüzünü gösterse, ne zaman bahar çiçeklerini taksa güzel saçlarına yine en başa dönülüyor.
Emeklenerek başlanıyor, ayağa kalkılıyor, yürünüyor, koşuluyor, düşülüyor... Bütün hayat gözler önünden geçiyor her seferinde.
Gözyaşlarını tutamadı biri. Başkası boşver dedi esas olan yalnızlık. Yeni aşık olan anlam veremedi olanlara. Bir hayatın her evresi yaşandı bir buluşma anında.

aşık olmanın bünyede yaptığı paranormal titreşimler

biliyorum manasız bi başlangıç oldu. "aslında gerçek bi manasızlığın içinde yaşamıyor muyuz gönül dostları?" minvalinde de devam edebilirdim, ama etmicem.

insan denen varlık bi tuhaf. normal olmaya ne kadar çalışırsa, öte uca o kadar yakınlaşıyor. misal ben. korkarım ömrümün hatırı sayılır bi miktarını normal olmaya çalışırken geçirdim. gerçi bi yerde okumuştum: "normal olmaya çalışma, sen sadece makul ol, yeter." diyordu. ki zaten, makul olmak başlı başına zor bi uğraş.

neyse. ben böyle manasız saçmalamalarıma devam ederken, ki sözlükte nedense bi sevgi pıtırcığı halet-i ruhiyesinde yazmamdan mütevekkil, arada kendimi aşık sanıyorum. ki değilim. esasen 17 yaşımdan beri aşık olmamışım. zaten, bence o zaman da birdenbire aşık olmamıştım.

-----------------fılaşbek--------------------

ilk defa nasıl aşık olduğumu hatırlamıyorum ben mesela. hatırlar mıyım peki? sanmam...

ama ikinci kez aşık oluşumu çok net hatırlıyorum. sevgili kahvaltıda bi şiler anlatıyordu, ona eminim. ve fakat bunca yıl sonra ne anlattığıyla ilgili pek belirgin bi bilgi yok hafızamda. ha o zaman var mıydı diye soracak olursanız, korkarım o zaman da yoktu, zira ben sadece onun yüzüne bakıyordum. ne güzel dudakları kıvrılıyor, gözleri nasıl da gülüyor, nasıl da hararetli anlatıyordu! sinirlendiğinde alnında beliren o damar, o inat damar, bir görünüp bir kaybolurken, ben çoktaaaaan onun okyanusunda erimiş minik bi tuz parçasıydım. öyle bakıyordum. dinlemediğimi fark etmiş olacak ki, sordu:

- sen neden öyle bi tuhaf bakıyorsun bana?:)
+ hiç. dalmışım...
- dinlemedin di mi beni?:/
+ hmm... aslında hayır. ama sana şunu söyleyebilirim: galiba aşık oldum.
- hı?! nasıl yani? kime? ne? nasıl? ne zaman?:S
+ şimdi, şu anda, şurda ve sana. ilk defa ne zaman aşık olduğumu bilmiyorum ama, ikinci kez aşık oluşum şu an, onu biliyorum.
- ...sen delisin. kesinlikle eminim artık bundan.
+ alışsan iyi olur, sana aşık bi deliyim.
- ...
+ e devam etsene?
- ne anlatıyordum ki ben?
+ ben de seni seviyorum bebek. çayları tazeleyeyim mi?... ayrıca sırıtma o kadar, ağzın kulaklarına vardı...:)

-----------------fılaşbek--------------------

aşk böyle bi şeydi işte. aynı adama dört kez aşık olunca insan, sonra aşık olmak için acele etse de, istese de, galiba eşik şiddeti çok yükseliyor ve belki de acı gibi diğer şeyleri de hissetmez oluyor.

aşık mı oldun canım? bekle, geçer.
 
karalama defteri © 2008. Design by Pocket