5 Eylül 2009 Cumartesi

Umut ve Mum Üzerine

5 Eylül 2009 Cumartesi

Umut denilen ufak tefek bir mumun odada ürkekçe titreyişi dikkat çekici aslında. Halbuki umut denilen ağır ve yorucu duygudan arınalı epey bir zaman geçti. Ama hâla o mumun küçücük kalsa da yanması ve dibini aydınlatmadan sağına soluna zayıfça ışık vermeye çalışması, belki biraz ironik, bir parça zavallıca, birazcıksa şaşırtıcı. Sanırım onun da kendiliğinden keşfettiği bir kısır döngü var kendisini besleyen. Yani adeta “yanarsam belki etrafa biraz daha aydınlık katarım” diye düşünüp kendinde o aydınlatma gücünü gördükçe “madem ki aydınlatıyorum o zaman biraz daha” vs şeklinde salak bir kısır döngü içine sokma çabası. Ama tabi mum da daha hızlı yanma çabasının kendini bir o kadar çabuk tüketeceğinden habersiz. Ya da en azından ben o mumun yerinde olsam farkına varmazdım. Hem ayrıca umudun mumdan olması da biraz komik. Gerçi mumun hammedesinin balmumu olduğu ve onun da aslında tatlı şeylere (bravo doğru bildiniz; bal!) vesile olduğu düşünülürse aslında mumun doğasında böyle bir şeyin olmasını pek de garipsememek gerek. İşin bir başka boyutu da mumun bu kadar tatlı bir şeyle ilişkili olmasına rağmen eriyip tükenecek ve özünde bir şeye yaramayacak ve hatta biraz daha aşağılama çabasına girersek, bu mum denilen halt kendi dibini bile aydınlatamazken, salak salak, kendini bitirip eriterek dahi etrafına zayıf bir ışık hüzmesi saçması… Evet, umut ve mum arasında böyle salak bir alaka kurma çabasına neden girdiğim konusunda benim de bir fikrim yok. Belki bir parça can sıkıntısı, ya da ne bileyim odamın şuan loş bir ortam olması, kokulu mumlara sempatim vs. Ama sanırım en dürüstçesi kendi umudumun da mum gibi tükendiğini hissetmem sanırım. Evet, umutlarımdan arınmıştım oysa ama hala annemin babamın eskiden yaptığı gibi ola ki lazım olur düşüncesiyle, kıyıda köşede bir iki mum saklama adetim var benim de. Gerekliliği konusunda tartışmaya girme çabasında değilim pek. Çünkü, hem gerekliliğini hem de gereksizliğini çok harika bir biçimde savunabilirim. Biraz hastalıklı bir zihnin işaretleri olsa da bu böyle. Hem sevgili Berker Güngör’ün dediği gibi; “....eğer arada bir kendinle çelişmiyorsan, dostum üzgünüm ama ıspanak kökünden farklı değilsin. Ne o acı mı geldi? Ispanak kökü de pek tatlı değildir zaten. O yüzden yapraklarını pişirip yiyoruz ya...”( hastasıyım bu sözün ve aslında bu hep bir yerde de kullanmak isterdim, kısmet bugüneymiş ). Şahsen tercihimi ıspanak kökü olmamak yolunda seçtiğimden ötürü birazcık (!) kurtlu, genel olarak rahatsız ve bölük pörçük düşüncelerle boğuşuyor olsam da, ıspanakla ilişkimi, bireysel olarak tükettiğim bir besin öğesi seviyesinde tutmayı becerdiğim için keyfim de gayet yerinde açıkçası. Neyse konuyu dağıtıyorum toparlayayım kaldığım yere dönersek; şu aralar o sakladığım mumlardan birisini yakmış durumdayım ve çok ciddi anlamda bir konuda kendimi sorgulamaktayım yaktığım mumun boyutu ortamda olan o anki oksijen seviyesine bağlı olarak hızlı ya da ağır ağır azalırken: neden umut denilen o haltı daha adam gibi bir kaynağa benzetmiyorum ki? Nikola Tesla’nın anısına saygısızlık etmeden, şerefsiz Edison insanının akkor ampül denilen icadı sonuçta muma göre çok daha fazla fark yaratmakta aydınlık olarak. Ve hatta günümüz teknolojisine paralel olarak LED falan filan derken, bir ışık kirliliği bile yaratabilirim diye düşünmekteyim oysa. Peki ya güneşe veya diğer yıldızlara ne demeli? Uzayın sonsuz karanlığında milyonlarca ve milyarlarca ışık yılı öteden bu yuvarlak, içi kirlenmiş küreye ışıklarını yollayabilecek kadar güçlüler? Tabi astronomların teorilerine bakarsak söz konusu ışığı gelen yıldızların bir kısmının şuan gerçek zamanda bulundukları noktada sönmüş olma ihtimalleri de mevcut ama konumuz bu değil.
Bu kadar uzun saçmaladıktan sonra bütün meselenin aslında benim umut denilen ve özünde insanın kendine yakışanı giymesi olan, kişinin kendine yalan söyleme sanatı olduğunu söylemem garip kaçacak –ama bu benim zerre umrumda değil tabi- . Çünkü insan ne kadar iyi bir yalancı olursa olsun kendi gerçeklerinden kaçamıyor sonsuza dek. O yakılan mum hep bir yerde sönmek zorunda. Yapılması gereken mi? Ya adam gibi ortamı aydınlatacak bir şeyler yaratmak için çabalamak, ya da o son mumları da söndürüp kafayı gök yüzüne kaldırıp yıldızları seyretmek tek başına –tabi şansınız ölçüsünde o gökyüzünde bulut varlığı ihtimali de göz önünde bulundurulmalı- .
******************************
konuk yazar olarak bize bu yazıyı gönderen sevgili purifier'a çok teşekkür ediyoruz.
 
karalama defteri © 2008. Design by Pocket